Bu Blogda Ara

18 Ocak 2015 Pazar

Trilye

Trilye



Bursa'nın Mudanya ilçesine 30 dakika mesafedeki henüz bozulmamış doğası ve harika ambiansıyla, yıllardır gittiğim, fakat bu kez blogda yayınlamak için daha dikkatli gezidiğim Trilye'den bahsedeceğim size. 

Trilye, taş kaldırımlı dar sokakları olan harika bir sahil kasabası. Daha önce bir kaç TV dizisine de ev sahipliği yapan Trilye harika seyir tepeleriyle size uzun uzun oturup sohbet edebileceğiniz zamanlar vaadediyor. Ayrıca Trilyenin bilinilirliği bu dizilerden sonra daha arttığını da belirtmem gerek.



Trilye'de ziyaret etmenizi mutlaka önerdiğim, fakat şu sıralar tadilatta olduğu için sadece dışını görebileceğiniz görkemli yapı Taş Mektep hakkında detaylı bilgi hemen girişinde şu şekilde iletilmiş.




Bir diğer görülmesi gereken yapı ise, Bizans döneminde kilise olarak kullanılan şimdilerin Trilye Fatih Camii. Cami şu anda ibadete açık durumda. 

Cami hakkında detaylı bilgi ise yine girişinde şu şekilde belirtilmiş:



Trilye ayrıca fotoğraf tutkunları için bulunmaz fırsatlar sunuyor. Fotoğrafla ilgilenenlerin buluşma noktalarından biri burası. Burada dolaşırken elinde fotoğraf makinasıyla bir çok insan görebilirsiniz. Fotoğraf gezginlerinin sıkça uğradığı bir yer olması hiç de şaşırtıcı değil.





Yeme içme anlamında da Trilye, bir balıkçı kasabası olmasının avantajını tamamen kullanıyor. Zengin balık çeşitleri ve deniz manzaları bir çok restoranıyla damak tadınıza hitap edecek bir şeyler bulabileceğinize eminim.





Trilye'de bir çok otel ve pansiyon var. Kışın hafta sonları sakin zaman geçirmek için ideal bir yer. Kalabalık şehirlerden sıkılıp buraya yerleşmiş insanlarla karşılaşıp onlardan ihlam almanız da mümkün :)

Trilye'nin zeytin ve zeytinyağı cenneti olduğunu söylemek sanırım yanlış olmaz. Trilye'de bir çok yerde karşınıza çıkan zeytincilerden, deneyerek damak tadınıza en uygun zeytini bulabilirsiniz.



Tirilye'nin şarabı meşhurmuş fakat günümüzde yapan sadece bir nokta kalmış.Tek bir üreticinin kalması aynı şarapların tüm restoranlarda kol gezmesine neden olmuş maalesef. 


Yemek yediğim Tirilye restoranın da meze ve yemekleri hakkında olumsuz bir şey söylemek güç. Tavsiye edebilirim, özellikle çalan şarkılar sizi kendinizden geçirerek eski zamanlara götürecektir.

Özetle, Bursa'ya yolu düşen herkesin mutlaka görmesi gereken ve keşfedilmeyi bekleyen bir yer Trilye.

Son olarak sahilinde yürüyüz yapıp, balıkçılarla sohbet etmeyi sakın unutmayın. 

Sevgiler,

Fatma


13 Ocak 2015 Salı

Suç Ne Ceza ne?


Bugun Dünyalılar'da Kardelen Uysal'ın çok ilginç bir makalesini okudum. Yazıda çocukluğunda babasının suç işleyenlerin bile savunulma hakkını duyduğu şaşkınlıktan, toplumsal yaşamda öğrendiği değer yargılarıyla birlikte bu söylemi nasıl sorguladından başlayıp, suç nedir ceza nedir, biriri içine geçmiş midir, kime göre suç kime göre ceza gibi soruların cevabı buluyor.

Daha fazla uzatmadan sizi makaleyle başbaşa bırakayım :)

SUÇ VE CEZA İNSANA NE YAPAR?

Babam küçükken, bir katilin bile sevilebileceğini, anlaşılabileceğini hatta savunulmaya hakkı olduğunu söylediğinde çok şaşırmıştım. Bildiğim yargı ve tanımlara göre katiller kötü insanlardı ve kötü insanlar acı ve ceza çekmeli, kimse tarafından sevilmemeliydi. O zamanlar, iç koşullar denen şeyden bihaberdim tabii. İç koşullar olasılığını düşündükçe, kibirli yargılarımı ve hükümlerimi kaybetmeye başladım. Sonra, Tolstoy’un “Onun kalemini Tanrı tutuyor” dediği Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sını okudum. Suç ve Ceza, en canavar sandıklarımızın bazen en insan olabileceğini gösterdi, gerçekten bir katilin dahi savunulması gerektiği fikrini anlayabilmeme neden oldu. Bir insanı tek bir olay üzerinden yargılamanın, o insanın geçmişini silmenin ne büyük bir budalalık olduğunu kanıtladı. Ama en önemlisi, kendime arada bir sorduğum “Edebiyatın önemi nedir?” sorusuna okkalı bir cevap bulmama neden oldu Suç ve Ceza. Edebiyat, insanı anlamaya yarar, insanı hoş görülü, düşünür, sorgular kılarken, önyargı cahilliğinin pençelerinden kurtarır. Linç etme, yargılama, kategorize edip dışlama ve ötekileştirme gibi insanlık dışı özelliklerin yok olmasına yardım eder edebiyat.

Yüzyıllardır, toplumun düzenine ayak uydurmayan karakterler yaratıldı. Binlerce kişinin hayatını kurtarma düşüncesiyle cinayet işleyen Raskolnikov, dindar ve fahişe Sonya; Rusya’nın fakir insanları ve fakirliğin Rus halkını düşürdüğü durumlar. Dostoyevski’nin aynı anda hem insan sevgisini hem insan nefretini okuruz satırlarda. Bir katilin, cinayet sonrasında içine girdiği bunalım, geçirdiği sinir krizi, çaresizlik ve hastalıkla dolu geçen zamanlarını okurken, sistemin eğrilttiklerine şahit oluruz. Asıl suçlu ya da asil katil Raskolnikov’dan öte, Batılaşmanın dünyaya verdikleri değil midir diye sorulabilir. Bir sistemi insan yaratırken, ardından olay örgüsü değişir ve sistem insanları yaratmaya başlar. Sistemin sahibi kötü insanlar ve sisteme ayak uydurmuş akılsız ama iyi, iyi ve dindar, iyi ve fakir insanlarla dolar dünya. Sistem bir insanı istediği robota dönüştüremediği zaman, o insan Raskolnikov olur, Oblomov olur, Goriot Baba olur.

Ya edilgen bir şekilde sistemi reddederek ‘gereksiz adam’ olur çıkar, ya tüm sevgisini ahmaklık yoluyla harcamayı seçecek kadar duygusal bir dahi olur ya da binlerce kişiyi kurtarma amacıyla bir ruhsal bunalımın eşliğinde cinayet işler elinde çalıntı baltasıyla. Kuralları koyanlar, cezaları verenler aslında suça eğilimi oluşturan insanlarla aynı insanlardır da, toplum buna bir türlü karşı çıkamaz. Bu bozuk düzenin yağını balını yiyen sığ ruhçuklar bitmeye başlar her yerde. Pyotr Petroviç gibi maddi imkânlarının üstünlüğünü, kadın üzerinde, diğer insanlar üzerinde üstünlük ve modern kölecilik yoluyla eşitsizliğe dönüştüren ve eşitsizliğiyle hayatının sefasını sürmeye kararlıdırlar bu Pyotr gibi adamlar. Ve tabii bir de sıfatlar vardır. Bir fahişeyseniz, hayatın sizi buna zorladığı nedeni düşünülmeden, en kötüsü olur çıkarsınız en iyiyken siz. Raskolnikov’u ne Sonya’nın önerdiği din düzeltebilir, ne de ailesi. O gittikçe kaçan bir insana dönüşür. En büyük cezayı kendisine veren yine odur aslında.

Dostoyevski, dünyanın en önemli yapıtlarını veren adamlardan biri kuşkusuz. Tezler ve anti-tezler yaratarak sürekli başka şeyleri sorgulamamıza neden olan adamdır o. Romanlarını ilmik ilmik örer adeta. Görünmeyenleri görünür kılarken, insanlığın nasıl bir kukla gösterisine dönüştüğünü gözlerimizin önüne serer.

Kardelen Uysal (kardelensis.uysal@gmail.com)

Kaynak: Dünyalılar

Sevgliler,

Fatma

11 Ocak 2015 Pazar

Göksu'ya Uğradınız mı?

Selam :)

Kişisel bir blogun ilk yazısı için harika bir konuya sahibim. Son İstanbul seyahatinde gittiğim Göksu hakkında bir şeyler yazmak istedim.

Göksu Anadolu Hisasının hemen yanıbaşında ufak bir nehir. Nehrin kıyısında da bir çok güzel restoran var. 

Göksu'ya Üsküdar sahilden yaklaşık yarım saatlik bir otomobil yolcuğuğu ile ulaşabilirsiniz. Ayrıca yine Üsküdar sahilinden hareket eden otobüslerle buraya gelmek mümkün.

Çok fazla bir şey söylemeden fotoğraflarla ne kadar güzel bir yer olduğunu anlatmam sanırım daha kolay :)

İstanbul dışında yaşayanlar için gidilmesi gereken bir yer bence bir uğrayın :) 









Fotoğrafların çekildiği Göksu Marine Restaurant'ın web adresine de buradan ulaşabilirsiniz.

Sevgiler..

Fatma